Renksiz başka bir gece.
Dönüp baktığında arkasında gördüğü tek şey gecenin karanlığıydı, önüne dönüp yürümeye devam ederken içten içe kendine sordu ” Gece hep bu kadar karanlık mıydı?”. Yeni ay geçişlerinden biriydi bu gece, gerektiğinden daha da karanlık gibi olsa da o gece sıradan bir geceydi. Belki de kararan içinin yarattığı duygulardan dolayı böyle hissetmişti. Telefonunun ışığını yürüdüğü yola tutup adım adım ilerlerken korktuğu başına geldi gideceği yere daha uzunca bir yolu olmasına karşın telefonunun pili %5’i gösterirken bir anda pil seviyesi %0 gösterip kapandı. Gideceği yere artık kapkaranlık bir yolda enaz 3 saat daha yürüyerek gitmek zorundaydı. İlk başta “Ah eşek başım, neden sabaha kadar beklemedim ki, yada birilerini pilim bitmeden arayıp beni gelip almalarını isteseydim keşke” diye düşündü. Sonra kimseye yük olmak istemediği aklına geldi, bu onun en büyük kabusuydu, her işini kendi halletmek istemesinin, herkese yardım etmek isterken kimseden yardım istememesinin en büyük nedeni belki de kalbinin en derinlerinde yatan bu “başkalarına yük olma” korkusuydu.
Sırf bu yüzden kapkaranlık bir yaz gecesinde yolun ortasında kalakalmıştı. Telefonun ışığı söndükden yaklaşık bir dakika sonra şehrin ışıklarının gökyüzüne yaydığı ışık kirliliğinin de etkisiyle yol seçilebilir şekilde görünmeye başladı. Çok iyi görünmüyordu ama bu yaz sıcağında yolun üstünde yılan, çukur veya arabalar tarafından acımadan ezilmiş hayvan leşlerinden birine takılmadan yoluna devam edebilecek kadar yeterli bir görüntüydü bu, hemen yanı başında duran kurumuş yaşlı bir ağacın sarkan dalı dikkatini çekti o karanlıkda. Üç parmak kalınlığında bu dal artık onun hem koruyucu hem yol göstericisi olacaktı. Kurumuş dalı çok da zahmetlenmeden istediği noktadan kırmayı başardı ve onu kendine bir baston olarak kullanmaya başladı. Bu dal beni neyden koruyabilir ki diye düşündü bir an, izlediği filmlerdeki gibi kocaman bir dinazor çıksa o gecenin karanlığında anca dinazora kürdan olabilirdi dal, gece görüşe ve gündüz bile kamoflaj yeteneğine sahip uzaylı bir ırkla karşılaşması nasıl olurdu peki bu dalla ? Daha gerçekçi olmalı, ara ara uzaktan havlamaları gelen yabani bir köpek açlıkdan onu gecenin bu karanlığında kolay hedef görüp saldırmaya hazır bir köşede bekliyor da olabilirdi. Tüm bu düşünce denizinde boğulmadan yoluna devam ederken aslında ne kadar yalnız olduğunu hissetti. Kendini insanlardan ne kadar uzaklaştırdığını, tek derdi birilerine yük olmak değildi, başkalarını hayatında tutmak bir gün onlara elveda demek zorunda kaldığında geride inanılmaz acılar ve gözyaşlarından başka birşey getirmeyecekti. Bu kapkara gecede, yapayalnız, uzun ince bir yolda yürüdüğünü farketti. Aklına aşık veyselin uzun ince bir yoldayım türküsü geldi. İçi bir garip oldu, sanki o gözleri görmeyen adamı bir anlığına da olsa anladı, kalbinin en derinlerinde hissetti. Hafif kısık bir ses tonuyla şarkıyı mırıldanmaya başladı. “Uzun ince bir yoldayım, yürüyorum gündüz, gece. Bilmiyorum ne haldeyim, gidiyorum gündüz gece. Gündüz gee..” gözleri bir anda beklenmedik bir şekilde doldu ve gözünden bir damla yaş aktı. Aklına hayatı boyunca yola birlikte çıktığı insanlar geldi, kimileriyle hayatın akışından, kimileriyle kendi istediğinden, kimileriyle de öyle olması gerektiğinden ayrılmıştı.
Tam o sırada aklından tüm bunlar geçerken arkadan yaklaşan bir arabanın farlarının ışığını farketti. “Aha işte bir şans.. ya şimdi durur yada ben bütün yol yürüyerek derin düşüncelerle kafayı yerim” diye düşündü ve o karanlığın içinde otostop çekmek için başparmağını kaldırdı. Araba oldukca hızlı geliyordu, dikkatli olmazsa otostop çekecek diye aracın altında kalabilirdi o yüzden yoldan bir iki adım geri çekilerek kolunu yola doğru iyice uzattı. Arabadaki şöför onu fark etmedi, yolda olsaydı ezer geçerdi bile belkide. araba yanından hızla geçerken tüm umutları yıkılmıştı. Kendi kendine ” Delirmezsem iyidir.” dediği anda araba yavaşlamaya başladı ve yolun kenarında durdu..