NOCTAMIRA
Kırılmış bir kalp, terk edildiği ve umursanmadığı halde hâlâ o insanı deli gibi sevmek… Bu, en saf ve en acıtan sevme biçimlerinden biridir. Sevginin karşılık bulmadığını bile bile ondan vazgeçememek, aklın mantıklı cümleler kurduğu ama kalbin inatla aynı ismi fısıldadığı bir savaşın içinde sıkışıp kalmak gibidir.
Bazen bir insanı sevmek, onun seni nasıl hissettirdiğinden bağımsızdır. Senin için özel olan biri, seni artık istemese de, ilgilenmese de, onun varlığı bir şekilde hayatının merkezinde kalır. Onu unutmaya çalışırken bile her anında bir gölge gibi yanında taşırsın. Zaman geçer ama içindeki boşluk hep aynı kalır, çünkü sevdiğin şey sadece o kişi değil, onunla hissettiklerin, onunla kurduğun hayallerdir.
Ve en acı tarafı da, o mutlu olurken senin içinin yanmasıdır. O gülüp eğlenirken senin geceleri uykusuz kalman, onun başka biriyle anlaştığını duyduğunda içinin çökmesi, ama yine de sırf mutlu olsun diye kendi acını yok sayman… İşte bu, terk edildiğin halde sevmek demektir. Bir insanın, seni her şeyinle incitmesine rağmen, gözünün yine de ondan başkasını görmemesidir.
Bu, umutsuz bir sadakat, kalbin mantığa meydan okuması, kendini bile hiçe sayan bir sevgi…
Ve belki de en büyük trajedi, tüm bunları onun asla bilmemesidir, hissetmemesidir, önemsememesidir.
Bu duyguya Latince bir isim veriyorum..
Noctamira
Latince noctis (gece, karanlık) ve amare (sevmek) kelimelerinden birleşerek, “karanlığıyla sevmek” anlamına gelir.